10 Kasım 2011 Perşembe

            Yıkık dökük bir ülke, bir takım büyükler tarafından meta niyetine harcanan gençler, mutsuz, aç, yasaklı, cezalı, karanlık bir vatan! Hiç bir şey hayal ettiğin gibi gitmiyor Atam ve bizler bugün seni özlemle anıyoruz! 
           Biz, çalışkan ve zeki Türk gençleri olarak, var olan düzene, yapılan haksızlıklara ve bilumum değişimlere karşı sesimizi yükseltiyoruz da, bir türlü kendi aramızdaki barışı ve kardeşliği sağlayamıyoruz Atam! Türk genci birbirine düşman olmuş vaziyette!
         Kim ne söylese inanır olduk. Biri de çıkıp zekice bir şey söylediğinde ise onu taşlar olduk Atam. Adalet dediğin, saraylardan ibaret olmuş, çoluğa çocuğa tecavüz edeni salıyoruz da fikrini anlatanı, derdini yazanı içeri tıkıştırıyoruz Atam. 
  
  
           Zora düşene yardım eli uzatmak için bir oluyoruz ancak 'kardeş' dediğim adam, bana katil muamelesi yapıyor Atam, 'senin uzattığın elden ne çıkar' diyor kardeş dediğim adam bana, aynı yolda yürüdüğümü sandığım ADAM, beni kendi karanlık, hiç bir ise yaramayan, konuşmaktan başka hiç bi boka yaramayan o çirkin ve karanlık dünyasına çekiştiriyor Atam! Kimi sevmemem gerektiğini öğretiyor bu ülke bana Atam, sevgi namına kalan en ufak kırıntı ancak birileri zora düştüğünde ortaya çıkıyor Atam. Kardeş diyemiyorum kimseye, kendi içimizde bile birbirimizi çekemiyoruz Atam.


Yaşıtlarıma bakıyorum herkesin akıllar bir karış havada, saygı desen zaten alakamız yok, büyüklerime bakıyorum sürekli kavga halindeler..






Bu halk aç Atam! Vaaz veren adamlar sıcacık evlerinde, masalarında eti, sütü eksik kalmazken, vatandaş markette et reyonuna uğramıyor bile artık.




Cumhuriyeti kutlamak yasak ama düğün dernekte eğlence serbest Atam!!



  

 Uzun lafın kısası, huzur içinde uyu istiyorum ama hiç birimiz uyuyamıyorken, sen de uyuyamazsın biliyorum.. 

Ve bugün, seni, fikrini, zikrini özlemle anıyoruz, zira o fikirlerden çok çok uzaktayız ve burası tabir yerindeyse cehennemi andırıyor Atam ve kurtulmak için çok geç...


31 Ekim 2011 Pazartesi

Van için rok!

Yazıma hızlı ve biraz da sert başlayacağım, önce biraz başka şeylerden bahsedicem..

Bugün Tolga Akyıldız'ın yazısına gelen yorumlara dayanarak, Tolga'ya değil, yorum yapanlara gelsin:

Okumak ve anlamak iki ayrı kavram biliyosunuz.. Bakmak ve görmek gibi..

Kimi bomboş gözlerle okur, kimi alt metinleriyle okur,

kimi seyreder bomboş gözlerle ve tek bir seye kitlenir, kimi de seyreder ama görünenin ötesini görür!

Össan'ın de dediği gibi sadece MEB kitaplarını ya da belli başlı ana gazeteleri okumakla olmuyor.. Şunu unutmamalı 'ironi' şahane bir seydir, anlaması zor oldugu için fazlasıyla keyif verici olabilir ve eğer anlamazsan çekilmezdir! Herşeye alınganlık yaparsın ve alınganlık dünyadaki en rahatsız edici histir.. Alınganlık en yorgun ve enerjisi düşük histir.. İroni ile çok alakalıdır.. İroni bulmaca gibidir, sudoku gibi de olabilir..

Yazıyı okurken Tolga'nın nereye varacagını çok iyi biliyordum ve bunu sosyal mecralarda paylşatıgımda altına ne yorumlar gelecegini de biliyordum.. Yorumlar içler acısıydı.. Ama burada zannetiğinizin dısında bir yorum da ben yapacagım! Bir kesim, baska bir kesim tarafından bok atılmaya, hakaret edilmeye, itilmeye o kadar aşina ki, artık ne okusa, ne duysa üzerine alınıyor, ters tepiyor ...

Zaten çok hassas olan Van için rock izleyicileri ve grupları, aslında her an tepki vermeye hazırdı bu süreçte.. Ancak Tolga Akyıldız'ı anlamayacak kadar da tembel değildi beyinlerimiz..
Malum iletişim çağında falan değiliz, bildiğin herkesin futursuzca cumleler sarfettiği, kavgalar ettiği bir iletişim savaşı çağındayız.. O kadar çok iletişiyoruz ki adeta suyunu çıkardık, hep hassasız ve mutsuzuz.. Yardım etmek için düzenlenen konserlere bile dil uzatan bir grup garip adam ve kadın ve bunların karsısında da duvar örmekten yorulmus bir grup adam ve kadın..

Nasıl olacak??

Nereye kadar???

Gelelim konsere..

Sanırım şu yaşıma kadar, okullardan mezun olmak dahil, yaşadığım en gurur verici gündü.. Arkadaslarımı o sahnede seyrederken onlarla da gurur duydum.

Ben hiç acitasyon yapmam

'Bugune kadar itildik kakıldık ama rokçular olarak sesimizi duyurduuuk' gibi ibareler niyeyse bana biraz sıkıntılı geliyor.. Hiç itilip kakıldıgımızı düşünmüyorum, azınlık oldugumuz için ruhumuzdan bir şey kaybettiğimize inanmıyorum.. Aksine güçlü oldugumuzu ve önümüze gelene 100 tekme savuracak kadar  da kalabalık oldugumuzu düşünüyorum.

600 gönüllü, 40 grup, Mehmet Turgut foto çadırı ve niceleri, herşey tıkır tıkır işledi. Tabi ki aksilikler olmadı mı?? Mutlaka olmuştur ama herkes amaca o kadar güzel hizmet etti ki, kimse geri dönüp bu sorunların üzerine gitmedi bile..

4 adet tır, tıka basa dolu Van'a yollandı..

Biz kalplerimizi ve ruhumuzu da yolladık Van'a rokçular olarak.. Birlik olmayı tercih ettik.. Seyirci yorulmaksızın sarkılara eslik etti.. En fazla ikişer şarkı çalındı ve gruplar arası aralar son derece insani seviyedeydi...

Yine çok uzun yazdım...

Ama yine yazmaya doyamadım dün gece ile ilgili..



20 Ekim 2011 Perşembe

bi saniye bi saniye bi saniye... NE?? Ne dedin sen??

'Programlar, konserler durdurulsun' ..!! Arkadaş, bence de durduralım her şeyi.. Hadi!!!! Ama bu sorunlar, bu acılar dinene kadar, her şey çözülene kadar durduralım, anlatabiliyor muyum?


Ya hep ya hiç! Bugün programları, konserleri iptal edip önümüzdeki haftaya yine kaldıgımız yerden göbek atmaya devam edeceksek bu dünyanın en büyük iki yüzlülüğüdür, bu düpe düz palavranın önde gidenidir, bu tepki değil gösterişten ibaret bir hadisedir... Ben de varım herrrrrr seyi durdurmaya!!! Ama sorun çözülene kadar durduralım o zaman! 



Eğlence sektörü tamamen dursun.. Madem bir tepki koymak istiyoruz ortaya, arkasında duralım! Mümkün mü peki? Tabi ki değil, hayaller kurmayalım! Büyük bir pazardan bahsediyoruz burada. O yüzden hiç bir konser ya da program iptaline saygı duymuyorum! Kızgınım ve mutsuzum!! 


Bir diger konu 'sosyal medyada herkes yasta, sıkıysa dağa çıksanıza, klavyeden yazmak kolay' gibi fikirler.. Bu tavırlardan hiç hoşlanmıyorum ! Ne oldu yahu ben mi yanlıs hatırlıyorum, hani bas bas bagırıyorduk 'fikir özgürlüğü' diye.. Alın size fikir özgürlüğü herkes istediğini yazıp paylaşıyor, kimse bi şey yazmayıp video paylaşsa facebook'ta, bu sefer de 'insanlar ölüyor umrunuzda değil' yazarlar. Ne yapmamızı istersiniz?? O zaman facebook hesaplarımızı ve twitterlarımızı kapayalım, tepki koyalım. Neyi çözecek peki??? 


Ben profil fotomu bayrak yapmaktan falan da bahsetmiyorum bunu da belirteyim! Tabi ki yazıcam isyanımı, sıkıntımı! Çünkü bu benim de davam, senin de davan. Bokunu cıkardık artık! Birbirimize yok yere sataşmaktan ve saygısızlık yapmaktan başka bir işe yaramaz olduk en nihayetinde.. İşin komiği 'sosyal medyada bagırmak kolay' yazan adam, neye isyan ettiğini farkında bile değil gibi geliyor bana ya da farkında ama o kadar farkındaki, akli dengesini yitirmiş ve delirmiş bu yuzden ne dediğini farkında değil....! 


Bu yaşananlara uzaktan bu kadar daralıyoruz. Bu adamların anaları, babaları, sevgilileri, kavuşamadıkları ve bir daha asla kavuşamayacakları insanlar var. Ve ben bunun sebebini düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum.. Kendimi durduracak değilim , bazı eleştirilerim, bazı fikirlerim var ve bunu da Twitter'dan ya da Facebook'dan yapabiliyorum, ben bununla ilgili bir şarkıya söz yazabiliyorum, ben tepkimi bu şekilde gösterebiliyorum, eger yapabildiğim şeyler bunlardan ibaret ise o zaman evet bunu yapmaktan vazgecmeyeceğim!!! Hiç bir şey düşünmeden, adeta bir ot gibi yaşayan ve yetişen biri olmak istemiyorum.. İnsanların ben yatagımda rahat uyuyabileyim diye ölmesini istemiyorum. Teşekkürü borç bilirim onlara apayrı.. Ama bunun adaletli bir iş olmadığını düşünüyorum. Hem de hiç!


Paylaşamadıgımız şeyin ne oldugunu artık anlayamıyorum. Yani paylaşamadığımız şeyin bizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum daha doğrusu! Devlet babalar bir hırs içinde birbirlerine laf yetiştirip, birbirlerine hala fiziksel zarar veriyorlar abi.. 21.yy'da hala top-tüfek savaş yapıyoruz biz ve sonra da bir avuç aptal dönüp de 'biz medeniyiz' diyoruz. BİZ APTALIZ! Medeni böyle olunmaz...


Keşke siyasetten, politikadan, savaşlardan, hukuktan daha çok anlasam da hiç susmasam hep fikirlerimi bağırsam! Eskiden insanlar fikirlerini paylaşamıyordu.. Ağızlarımızı koli bandıyla kapatıp, ellerimizi kollarımızı henüz bağlamadı kimse.. Hazır böyleyken bırak, ben klavyeden ana avrat sinirimi ya da kızgınlıgımı bağırayım! Eğer sen beni durdurursan, o zaman lütfen bir daha çıkıp kimse 'fikir özgürlüğüüüü' falan diye bağrışmasın!


Klavyeden bunları yazın, yazalım, konusalım, bagıralım!!!...


Klavyeden asıl YAPMAMAMIZ gereken şeyler başka!!! Mesela başkalarına hakaretler yağdırmamak, mesela bir şeyi eleştirirken, kıçını yaymış, birasını açmış oturdugu yerden konuşan adamlar olmayalım ya da beğenmediğimiz şeyleri ipe sapa gelmez eleştirilerle yazmayalım mesela.. 


Anlatabiliyor muyum....

6 Eylül 2011 Salı

http://www.calintieserler.com Kimin ki bu Eserler allallalaaaaa???

Çalıntıdır değildir.. Gündemdeki konu malum!!

Hepimiz bir şeylerden esinleniyoruz bunda mütabık mıyız öncelikle??? Bugüne kadar dinlediğimiz her melodi, kafamızda yer ediniyor.. Farkında olmadan bir takım benzerlikler olabilir!

Hemen şunu söylemek isterim,

Ben burada kimseyi korumuyorum açıkçası kimseye de güvenemiyorum.. Bir kaç zamandır şu konuyla ilgili bir iki laf edesim vardı; yani dinlediklerimizden istemeden de olsa doğa kanunu etkilendiğimiz gerçeğinden, vesile oldu. Konunun, şu an gündemde, çalıntı olduğu tartışılan şarkı ve grupla yakından uzaktan alakası yoktur!

Konu başlığındaki siteyi bugün kesfettim! Ha bu sitedekilerin çoğu çakalca çalıntılardır doğrudur.. Bunu, müzik yapmayan birilerine anlatmak zordur! En son yaşanan durumda, müzik yapsan da, yapmasan da içinden çıkması son derece zor bir durum, çünkü kimse karar merci değildir ve olmamalıdır.. Müzik otoritesi ilan etmeyelim hemen kendimizi twitter'daki angry bird gibi... (twitter'da bir angry bird var ya işte o... bilen bilir)

Acaba calıntı mııııııııııı??????? Değil miiiiiiiiiiii??? Kim kimden ne çalmış?

Yoksa kimse kimseden bir şey çalmamış da, bilinçaltında farkında olmadan, duyduğu bir sarkıyı notaya mı dökmüş birileri istemeden... Kazara...??

Gündemde herkesin bahsetttiği sarkı, açıkca söyleyeyim bana hitap etmeyen bir sarkı, bir janrdır ama bu tamamen zevk meselesidir.. Tutup da sırf bu yüzden birilerinin arkasından 'hırsız' diye konuşmayı da kendime yakıstırmam! Kasıtlı olup olmadığını asla bilemeyiz.. En başından beri söylüyorum kimseyi korumuyorum, belki çalıntıdır, belki bire bir alınıp üzerine söz yazılmıstır, belki de durum aynen anlatıldığı gibidir. Şunu mutlaka söylemek isterim, içimden kötü şeyler geçmiyor.. Bu normal bir seymis gibi geliyor, abartıldığı gibi bir şey değil.. Farkında olmadan yapılmış olabilir, işte burada da bunu karşı tarafa anlatmak imkansızlasıyor adeta.. Hele hele oklar bir kere sana çevrilmişse, eyvah eyvah... Susmak en güzeli ama insan tutamıyor kendini, ben olsam ben de tutmazdım büyük ihtimalle ve yazdığım savunma metni için ' yalancı,sahtekar, hiç inandırıcı değil' denirdi, ben de sessiz kalmaz gider konserimde o şarkıyı çalardım, sonra benzeyen sarkıyı da calardım, herkes gonul rahatlıgıyla duysun duymak istediğini diye..

Müzisyenseniz, bugüne kadar dinlediğiniz herseyden az buçuk etkilenirsiniz, bu zaten bilinen bir gerçek.. Çalmak başka, bilinçaltında istemeden o melodilere, o akolara gitmek baskadır. Ha kimisi de öyle bi şey yapar ki, öyle bir yerden mevzuyu ters cevirip şarkının içine tıkıştırır ki, dünya müzik kurulu toplansa, o şarkının çalıntı oldugunu anlayamaz!!

O yüzden kimse müzik otoritesi olup  da çalıntıdır, değildir, kıldır yündür demesin isterdim ben! Bu müzik otoriteliği de değil aslında, herkes fikrini söylüyor. Sosyal medya sağolsun, hepimiz düşündüğümüzü anından bir sürü kişiyle paylaşabiliyoruz!?!!

Serdar Ortaç beyfendinin de dediği gibi 'hepi topu 7 adet nota var, kaç farklı beste yapılabilir ki....??' !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Doğru çokkkkkkk Doğru!!!!!!!!!


Bulunduğumuz yüzyıldan, müzik denen şeyin, doğadaki sesler sayesinde başka bir forma dönüştürüldüğü millat öncesi zamanlardan bu yana, her saniye melodiler, şarkılar yapılıyor, müzikler çalınıyor! Müzik dünya çapında gerçek bir endüstri olmaya başladığı yıllardan itibaren, sanatçının gerçek hissettiğinden çok, dinleyicinin duymak istediği müzikler üretilmeye başladı. Özgünlük artık başka bir kavram haline geldi. Özgünlük şu anda tamamen, kişinin yazdıgı sözlerle, müziğini iyi harmanlaması ve endüstride duyulan klişelerden uzak kalmasıyla sağlanmaya başlamış bir şey.

Bunu hissedenlerin ve yapmaya çalışanların işi daha zor olmaya başlıyor.  Çabalıyoruz! Gerçekten kendi yapmak istediğimizi yapıyoruz! Enteresan bir mazoşizm aslında.. Ben söz yazarken, kavgalarımı yazıyorum, aslında olmasını istediğim şeyleri ya da gerçekten mutlu olduğum şeyleri yazıyorum ve bunları yazma ihtiyacı hissediyorum, sonra şarkı haline getirip söyleme ihtiyacı hissediyorum.. Yoksa benim burda hala ne işim var??? Müziğe dahil olurken süper hissediyorum!! Gerisi hikaye ve banane..

Çalıntı ya da değil, Beyonce'nin Hello şarkısından daha cok sevildi o şarkı bu ülkede... Konu kapandı... Bana hitap etmeyebilir, çalıntı olabilir, çalıntı olmayabilir bunların heeeeeepsi pa-lav-ra!!! Daha ne çalıntılar var orda burda şurda ooohhhooo!

Öte yandan özgünlük, kişinin kendi içinde bile koruması, kontrol etmesi çok zor bir şey, önemli olan değişmek değil ya malum, 'gelişmek'.... :))))

Sağlıcakla...

Ayşe Saran

26 Ağustos 2011 Cuma

Dikkat!! Bu yazı varsayım, farkındalık, özlem, sıkıntı ve bol bol yıldız kayma hissiyatı barındırır

Bir şey var.. Sanırm.... Eeee var gibi... Yani ben de tam çözemedim aslında, bakalım kelimeler bana bu konuda ne derece yardım edebilecekler...

Gazetenin bile, annnnnca öğle saatlerinde ulaşabildiği, banka ya da hastane olmayan ıssız bir deniz kasabasından, İstanbul'a dönme gafletinde bulundum bugün! Hikayem bunun üzerinedir.. Bu yazı varsayım, farkındalık, özlem, sıkıntı ve bol bol yıldız kayma hissiyatı barındırır..

'Istanbul' as a Murderer, but a pretty stupid one...'
Sondan başlayacağım ki ızdıraplı kısımlar daha cabuk bitsin!

Düşünüyorum da, bu şehir sanki gırtlaklamaya calısıyor gibi birilerini..!

Istanbul'a 50 km kala, o gergin hava kokmaya başladı zaten.. Arabanın camından buram buram Istanbul kokusu geliyo, ben de kendi kendime diyorum ki 'adaptasyon yine zor olacak ama alısıcaksın çok işin var zaten'! Her neyse bir sekilde o 50 km bitti ve Istanbul'a gelindi! Tırlar, kamyonlar ve yüzlerce insan.. Binlerce insan ... Pardon yaw MILYONLARCA INSAN!

Başlarda Istanbul bu kadar batmıyordu bana! Bundan tam 6 sene önce her sey bir anda oldu! Bir gün albüm kayıtları için stüdyonun yolunu tutmuşken, motorla Üsküdar'dan, Besiktas'a geçer iken, şöyle bir etrafıma baktım, sanki ilk defa bakıyomusum gibi.. Tuhaf bir iç sıkıntısı çöktü içime! Galata kulesinden deeeeeee, saraylardan daaaaaa, keşmekeşten dee nefret ettim bir anda ve 'neden burdayım ben' diye kendi kendimi sıkıstırmaya basladım! Tünel'e vardıgımda hersey daha da; çok afedersiniz boktanlaşmaya basladı! Tekrar... Çok afedersiniz ama ÖYLE!

Bu nefret hikayesi, dönemsel bir asilikten ibaret değilmiş.. Sevgisizliğim git gide büyüdü ve artık tahammül edilemez hale geldi! İstedim ki ben gideyim bu şehirden ama..... Gidemezdim ama gidicem..
Bu arada antr parantez; İki güzergah cok hosuma gider bu şehirde! Fenerbahce ve Tarabya sonrası! Ha çok mu lazım??????? Hiç değil!

Bugün Istanbul'a geldiğim yerde ise, 

Ölüm,,,,, sanki antik şehir zamanlarından kalma mezarlardan ibaret gibiydi!

Gazete gelmiş gelmemiş, memleketin içine edilmiş edilmemiş... Bunların hiç birini dert etmeyen şahane bir coğrafyadan geliyorum.. Assos taraflarındaydım! Ama hani Türkbükü'ne dönmüş Assos merkezde değil tabi ki! Sokakağzı ve Babakale'de bulundum! Bu bölgelere ikinci kez gidiyorum yine olsa yine giderim! O kadar bakir ki, arabayla bile gitmek çok zor! Arabası olmayan insanın çok zor gidebileceği bir yer hatta gidemeyeceği bir yer!

Babakale; ortasında büyükçe bir kale olan, toplamda üç beş sokağa sahip, kalamarı meşhur, köyden daha büyük bir limana sahip, Türkiye'nin en batısındaki bölgedir!  Kalenin altında mezarlar, mezarın altında da dalgaları slow motion kıyıya giden bir deniz mevcut!!!!
İşte burası da o surlara oturup dalgaları ve mezarı gördüğüm yer ...



Uzun lafın uzunu,


6 kişiydik bu 5 günlük tatilimse şeyde! Her gece rakımızı, mezemizi, biramızı, yıldızımızı, Midilli adasını, havayı dibine kadar yedik, içtik, seyrettik, içimize çektik! Saat 22:oo itibariyle, kimseciklerin olmadıgı bir sahil hayal edin! hiç kimse! Koskoca bir sahilde (çok da koskoca değil aslında be) yalnızca 6 kişi... Ellerinde biraları, üstlerinde battaniyeleri... Sürekli kıkırdıyorlar, bazen dalıp gidiyorlar ayrı ayrı.. Ay'ın çıkmasını bekliyorlar.. Görev gibi... Ay çıkmadan bize rahat yok! :) Ay cıkıyor ya da cıkmıyor, onlarca yıldız kayıyor, dalgalar oldukça şiddetli...

Sanırım kelimeler çok fazla işe yaramıyor!!

En azından denemedim demem!!

Bunları şarkı sözüne dönüştürmek ise çok daha özgür olacak benim için!

Çok fazla malzeme cıktı!!

Çok fazla ruh hali..


Velhasıl,



Düzenimi kurduğum vakit, bu şehirden gideceğim! Büyük cesaret isteyen bir sey bu! Ama bakkala bile gitmek istemediğim bu yerden kurtulmalıyım... Bir gün... Bir gün :)

12 Şubat 2011 Cumartesi

Bir Abla'nın İtirafları: Açmayın İtiraflar !!! :))) !!!

Öncelikle, kardeşlerle ilgili yazıyı yazmamın tek sebebi, bugun Alara'nın, kız kardeşimin doğum günü olmasıdır... Buradan yola çıkarak...


Kardeşi olmayan bilmez...


Çok sevdiği bir arkadaşı, dostu için "ama o da benim kardesim sayılır nasıl bir şey oldugunu biliyorum" der ama o da olmaz! 


Kardeş, çok sakat, çok tuhaf bir mevzu. Senin bir yarı'n olması dışında, anneni-babanı paylaştığın biri. Senden küçükse, ilk geldiğinde seni tedirgin eden bir yabancı, senden büyükse, sen dünyaya gelmeden önce, onun annenle-babanla yaşadıklarını sinsice merak ettiğin gerçek bir aile bireyi.


Benden 9,5 yaş ufak olan, bütün dünyayı onun için bir kenara atabileceğim bir Alara Saran var.. Hayatımın en salak zamanlarında, sinirimi ondan çıkardığım, en mutlu oldugum anda, kimseye göstermediğim bir takım deli saçması sevinç hareketlerini, utanmadan paylaşabildiğim tek kişi.
Açıkçası evde çok fazla vakit geçirmediğimden, onunla herseyi paylaşamıyoruz, bazen bir takım seyleri kacırmaktan cok korkuyorum. Bana herseyini anlatmaz mesela! Çünkü ben hiyerarşik bir düzen kurmuş, zaman zaman çok katı kuralları olan, onun için en iyisinin, en düzgününün olmasını istediğim için, pek çok şeyine "kendimce" yasaklar koyan, sınırlar koyan bir abla oldum... Bundan hoşnut muyum? Evet... Cunku ben buyum. 
Bir de güzel bir kız oldugu için zaman zaman bakıp "ulen ne güzel kız oldun be" diyorum.. Eskiden içimden derdim bunu artık direk yüzüne söylüyorum :))


Ancak... Bütün benim saçmalıklarımdan kurtulduğumuzda;


O artık 17 yaşında.. Kiminize göre 17 yaş "daha bebek" ama ona göre ve bana göre "o bir birey". Kendi tercihleri, kendi zevkleri var saygı duyulması gereken.


Bazı ailelerde kardeşler, sıkıntılıdır.  Bazen kardeşlerle görüşülmez, bu kardeşler hayalardan çıkarılır... Aynı anadan çıkan 2 farklı kişi olunur, bambaska hayatlar... 


Kardeş olmak kolay değildir. Arkadaslık gibi değil.. Arkadaslık-dostluk-kankalık... Kardes olmanın bunlarla uzaktan yakında alakası yok.. Kardeslik sorumluluk istiyor, büyüdükce bu sorumlulugu daha da cok hissediyorsun.. Bu bir yük mü? Bazen.. Bazen hiç değil, dunyanın en güzel seyi.. Yapayalnız kalsam, benim kardeşim var, beni kosulsuz sartsız sevecek, agladıgımda, güldüğümde benimle olabilecek biri.. 


Bazen biz de tuhaf seyler yasıyoruz, ben kendi içimde çok daha büyütüyorum o bazı seyleri, sanki annesiymişim gibi dusunmeye baslıyorum.. Ama annesi olmadıgımı idrak etmek zor oluyor, arkadaslarım, etrafımdakiler beni uyandırmadıkça, annecilik oynamaya devam ediyorum...


Yazacak daha çok fazla seyim var... Ama bugun onun dogum gunu oyuzden "kardeslik" hakkında avantaj-dezavantaj konusmak istemiyorum..


Bundan 9 sene evvel, 3 kişilik cekirdek ailemize, böyle kara kuru, kocaman gözlü bir bebek gelmişti. O zamanlar anlayamamıstım, dogdugu ilk gün kucagıma aldıgımda onun bir "insan" oldugunu bile anlayamamıstım :) Benim için sancılı bir yaştı, ergenlik ve civarında korkulu gunler yasıyordum.. Alara geldiğinde hersey daha da korkunc olmaya baslamıstı... "annem-babam beni unutacak" demiştim.. Hiç bir zaman unutmadılar..
Bu da anne baba hüneri.. İki kişiyi aynı anda, aynı dozajda sevebilmek, hayranlık yaratıyor...


Alara ile ilişkimizin tadına daha yeni yeni varabiliyorum, cunku buyuyor!.. Mesela muzik zevkini anlamaya calısıyorum, ona güzel müzikler dinletmeye calısıyorum ama en nihayetinde o sadece kendi hosuna gideni dinliyor :) 
Aramızda güzel bir ilişki var ve samimiyiz, en önemlisi de bu.
Bana arka cıkıyor yeri geldiğinde!
Yeri geldiğinde bana bagırıp cagırıp odasına gidiyor. Yeri geldiğinde "bunlarla mı dışarı çıkacaksın" diyor üzerimdeki kıyafetlere bakıp :) Yeri geldiğinde kendi dolabındaki herşeyi bana veriyor, yeri geldiğinde bana hasta bakıcılık yapıyor, yeri geldiğinde beni okadar çok güldürüyor ki, katıla katıla en son ne zaman bukadar gülmüştüm diye düşünüyorum, dünyanın en komik kızı falan heralde...
Yeri geldiğinde ikimizde 3 yaşına dönebiliyoruz ve bunu baskasının yanında asla yapamayacagımız bildiğimiz için tadını cıkarıyoruz... Sırlarımız var... Sigara içtiğimi ailede ilk bilen o.. Ve daha ufacıktı, bunun altından kalkmıştı, bende cesurca bu sorumluluğu ona vermiştim.. Sır saklamanın ne kadar özel bir yetenek oldugunu, insanın iradesiyle ilgili oldugunu ve benzeri detayları, ona uzun uzun anlatmıstım, bugun hala iyi sır tutar, canımdır :)
İyi ki dogdun Aloşçuğum... Bil ki, ben, hayatımın sonuna kadar seni çok sevecegim ve hep yanında olacagım.. Hiç merak etme :) Bunu sen zaten biliyorsun... Kardeşini çok seven herkes, bu rahatlıgı ona vermeli yani "hep yanında olucam"... Bırakın şımarsınlar.. Zaten bir taneler, bunlardan başak yok.. Özel edisyon..Bize, bir yenisi daha katıldı buarada:) kocaman gözlü bir bebek, bak onun tam annesi olacak yaştayım mesela, o da ayrı bir konu... Eminim Alara da onu sımartacak "hep yanında olacagım" diye :) Tekrar tekrar iyi doğdun canım kardeşim.

Röck N Röll Sisterhoood ;))))






















1 Şubat 2011 Salı

Disturbed' le Benim Aramda

En son ne zaman bir albüme doyamadım?


Sanırım Katatonia "Viva Emptyness" hayatımın albümüdür. Doyamadığım bir albüm... Her şarkısını bayıla bayıla dinlediğim bir albüm. 


Bir albümde, her şarkıyı sevmek, sevebilmek, insanın sürekli tecrübe edebileceği bir deneyim değil.  Ya da ben bu konuda çok şıpsevdi değilim. Bu çok bayıldığımız albümlerin bir de vazgecilmez bir "anti şarkısı" vardır."şu şarkı olmasaydı" ya da "bu kadar güzel şarkının içinde bunun ne işi var" ya da "ucube, yıkın şu ucubeyi, yakın, silin" dedirten.... 
İlla!!! O kötü şarkı. Yalnızca bir adet.. Olmazsa olmaz. Nazar boncuğu...


En son ne zaman bir albüme doyamadım...


Hayatımın albümü diyemem belki ama, son zamanlarda bir albüme daha doyamadım; Disturbed "Asylum" .


Son yıllarda duyduğum en sağlam album! Disturbed benim için hiç bir zaman Katatonia ile aynı yerde olmayacak, Katatonia'nın yeri başka, sadece tek albümleri değil, bütün albümlerini bayıla bayıla hiç sıkılmadan, her an dinleyebilirim.. Kıyaslama karşılaştırma yok... 
Disturbed'le alakam yalnızca bir albümlük.. Ama o da ne albüm... Bence en iyi albümlerini yapmışlar...


Asylum albümünde:
Müthiş bir melodi zenginliği, David Drainman'in ses renginin güzelliği, dayanılmaz cazibesi :) , aranjeler, sound  her sey ama her sey tek kelimeyle muhtesem, bir tek "o şarkı" dışında :) O şarkı dışında her şey ama her şey muhteşem.. Balad bir şarkı yok albümde, olmasa da olur, bazı albümlerde balad eksikliği duyulur, bazısında bir baladın olmadığını farkına bile varmaz insan, işte aynen öyle.
Disturbed'ün dünyaya ve kadınlara karşı bir duruşu var, sözler itibariyle... Genel konular üzerinden gidiyorlar, çok muhtesemsarkı sözleri de yok bana sorarsanız, hatta bana sorarsanız birbiriyle kafiyeli bir sürü cümleciği bir arada olduğu sözlere sahipler, eşlik edilmesi kolay, inanlıgın ortak dertlerini yansıtan, maskülen bir müzik.


Anti Şarkı


"My Child" şarkının adı. Anti şarkı.. "Bu olmuş mu şimdi?" dedirten.. "Bu güzelim albüme yapılır mı, koyulur mu bu şarkı?" dedirten.


Hemen antrparantez, Disturbed'ü Shout coverlarıyla tanıdım, Stricken ile sevdim, Stricken şarkısı ile albümlerini dinlemeye başladım, sevmedim bıraktım, bir ara ciddi antipati duyuyordum hatta. Bana Nickelback'teki tadı veriyordu acıkcası. Kolej rock esliğinde, sert vokal, kötü şarkılar, sahte gelen bir takım tınılar... gibi gibi... 


Derken, Össan Deneç Beyefendi, son iki albümlerinden bir iki şarkı dinleyip çok begendiğini söyledi, hadi dedim bakalım neymiş, ne değilmiş... İki albümü de dinledim, insanın başına her ne geliyorsa meraktan.. Merak etmek; üşengeç değilsen muhtesem bir sey... Asylum'u ilk duydugum saniye "şarkı" olarak, tek başına çok begendim, uzun süre repeat'e alıp durdum. "Baska neler varmıs" diye dinlerken, albümdeki her melodi durup durup dinlememe sebep oldu, bu da güzel - o da güzel derken, işte o çok nadir olan bütüüüüün albümü baştan aşağı sürekli dinleme eylemi hayata geçmiş oldu .


Mp3 player'da sürekli şarkıdan şarkıya geçmek, dinleyecek şarkı aramak yerine, bir albümü her şarkısına bayıla bayıla baştan aşağı, yorulmadan, sıkılmadan, elini hiç "fwd" yada "rwd" tusuna götürmeden dinlemek nefis, bunca şeyle cebelleşirken, bari mp3 player gıkını çıkarmadan, müdahale edilmeden hayatına devam etsin diyorum... Ta ki "my child" geliyor, intronun ilk 2 saniyesinde yakalayıp hemen geçiyorum şarkıyı :) Huyumun kuruması dileğiyle...



Disturbed'le Benim Aramda & Öz İtiraf.com

Zevk... Renk... Değişkenler... Ben nefret ederim, başkası çok sever, diyecek bir şey yok, 
My Child adlı eser, bu albüme olmamış işte. Kısa ama çözümleyici bir öz itiraf; şarkının introsundan çok rahatsız olmustum ilk duydugumda. O ilk travma yüzünden şarkıya cephe aldım, hemen ayırt ettim onu digerlerinden ve adeta etiketledim. Insan beyni bazen bu denli yersiz tutuculuklar gösteriyor... Kurtulmak lazım...

Her ne ise, Disturbed'le benim aramda yaşanmakta...
Buraya yazmam mahremiyeti bozar mı? 
Bence bozmaz, kendi inanç sistemim doğrultusunda rahatlıyorum :)

Sonuç itibariyle;
Asylum, bugun hala iyi bir yol arkadası... 
Cidden çok sevdiğim, keyif aldığım müzikli bir "kaset" ;)


Dahası;
Havalar git gide soğuyor
Donsuz geceler diliyorum...

31 Ocak 2011 Pazartesi

7'den 77'de şarkı söyleyen bir küçücük kız çocuğu vardı benim bile hatırlayamadığım...

Barış Manço; uzun saçları, masalsı sarkı sözleri ve çocuklugum.. Okadar çok Barış Manço dinlerdim ki, artık o da aileden biri gibiydi. Zaten bi Barış Manço bi de MFÖ..


Günlerden bir gün, sürekli reklamlarda oynadıgım, cocuklugumun cogunun reklam setlerinde geçtiği bir gün, 7'den 77 programına katıldım. Annem-Babam ve anneannem stüdyoya gittik... 
En güzel kıyafetler giyildi, söylenecek şarkı prova edildi ve butun trafik kuralları ezberlendi.


Söylediğim sarkı ozamanın pek populer Sezen Aksu sarkısı: Ada vapuru yandan carklı, simitçi, kahveci gazozcucucuuu :) 


Barıs abi sordu: 
-"peki ayşeciğiiiiiim arabaya bindiğinde nerede oturuyorsun? 
-"arka koltuğa" 


Ispanakla ilgili soru sormasını bekledim.. Ama her cocuga aynı soruyu sormuyordu belli ki..
Sarkımı söyledim, 10 puanları aldım ve sonunda bir de hediye .Hediyeyi asla hatırlamıyorum ama her cocuga bir hediye pakedi veriliyordu..


Bu kayıtları bulmak için 3 sene evvel TRT'ye başvuruda bulundum, Ankara'ya gitmem gerektiğini ve oradaki TRT arşivinden, katıldığım programın kayıtlarını bulabileceğimi  söylediler. Ama ne yazık ki katıldıgım seneyi hatırlamadıgım için böyle bir seye hiç girişmedim. Hatırlasaydım ilk uçakla Ankara yolcusu olmayı kafaya koymuştum.. 


Çok isterdim o goruntuleri seyretmek cok ama cok :)


O günden bana kalan tek sey ise



bu rozet...


Barış Manço'yu saygıyla anıyoruz...


Lahburger - Kazma ve Cacık diyorum sevgili dostlar... Sözüm meclisten dışarı...

29 Ocak 2011 Cumartesi

Yüzeysel Gelenekçilik: Melodyne vs Photoshop

Son bir kaç senedir, televizyonda orada burada, duydugum iki cümle var;

Birincisi:
-Sarkıcılık artık bilgisayar programlarıyla cok daha kolay.

İkincisi:
-Fotografcılık artık photoshopla daha kolay.

Şimdi..

Fotoşop artık ele ayaga düşmüş. Herkesin dilinde bir "fotosop" ama sunu unutmamalı fotosop öyle windows live photo"daki, "cropping"den falan ibaret değil. Son derece komplike ve karsısına oturdugunda uzun sure boş boş bakılan bir program..

Müzikte spesifik olarak hangi "bilgisayar programları" ile neler yapıldıgına dair kimsenin bir fikri yok, olmasını da beklemiyorum tabi ki... Ama bir yandan da neşem gidiyor içten içe... Bir dialog, minicik:

-Mesela ne gibi programlar Asiye Hanım?
-İşte bilgisayar poroğramları var bir sürü, sarkıcıya sarkı söyletiyor

Bu "poroğramlar" sarkıcıya sarkı söyletmiyor oncelikle bunu bir açığa kavuşturmalıyız. Bu "poroğramlar" söylenmiş olan sarkıdaki vokal sıkıntıları, kabaca "entonasyonları" düzeltmemizi sağlıyor. Entonasyon nedir?  Ennnn basit haliyle şöyle diyebiliriz, notaların, şarkıcıdan veya entrumanistten dogru bir şekilde çıkışıdır, komasız, doğru düzgün ses! 

Celemony Melodyne, Antares Autotune bu "poroğramlardan" başlıcalarıdır. Sekilde de gördüğümüz gibi, yanlıs anlasılmaya cok acık bir program Yanlıs olan notaları secip, dogru notaya koyabilme özgürlüğünü bizelre vermektedir hem de hemen hemen sesi hiç bozmadan.. Kötü niyetli kullanıma acık...

Asıl konu ise, yıl 2011, teknoloji hat safhada, internet sayesinde, herkes herseyin en iyisini dinleyebiliyor, izleyebiliyor. Biraz özensiz bir fotograf ya da sound duyuldugunda "hmmm" diyor insanlar. Bunu ben de yapıyorum zaman zaman "nekadar old school" diyebiliyorum bazen mesela, ki o old schoollugu severdim ama ne oldu? Artık hepimiz en iyilerini duymaya ve görmeye alıştık.

Şimdi hersey kusursuz olmalı demek istediğim bu! Yani fotosop olmadan fotograflar okadar büyüleyici görünmeyecek ve kendinden bahsettirmeyecek. Buarada, fotosop'u kullanmak bir hüner, bir fotografı hemen hemen kusursuz hale getirmek ve ihtişamlı yapabilmek.. Bazen kusursuz değil ama ihtişamlı yapabilmek. Müzikte de melodyne, beat detector ve bilumum programlardan faydalanmak durumundayız. Cunku artık 2 kanallı masalarda, hucum kayıt yaparak hazırlamıyor kimse albumunu, teknoloji gelişti, kayıt standartları git gide yükseliyor. Herkes "sound" un iyi olması, "mükemmel" olması için cabalıyor. Bunun sebebi, var olan pazarda "demode" kalmamak için, trende ayak uydurmakdışında "iyi olmak", "iyi görünmek", "iyi duyulmak"...

Rammstein'ın Völkerball Dvd' sinde belgesel niteliğinde "reise reise" albumu anlatılıyor. Davul editleri sırasında, edit apan kişi: "everything must be right on the time" diyor bir anda kameraya sokulup... Yani "hersey dogru ve tam zamanında olmalı". Sadece vokal değil, tüm müzik must be right on the time :))

Tabi ki tercih meslesi, eger daha salaş bir çalım isteniyorsa, ozaman edit yapılmaz! Ve fakat özellikle bazı janrlar bu "edit" hikayesini beraberinde getiriyor, olmazsa olmazı kılıyor..

Fotograf: Eger analog makineyle cekilip, bu sekilde bir seyler yapılmak isteniyorsa, bu da bir tercih meselesidir. Ama neden daha parlak, kontrastı ayarlanmıs, bir iki falso giderilmiş bir foto tercih edilmesin? 

Bunlar ayıp değil diyecegim o ki... "cok iyi fotografcı ama fotosop fotografcısı", böyle birsey yok! Tamamen yüzeysel bir gelenekcilik bu. Gelenekcisindir ve ona göre fotografların da vardır evinde ya da plakların.. O plaklara bakıp bakıp mutlu oluyorsundur, çaldıgında gelen cıtırtı huzur veriyordur ama yeni bir cd aldıgında da,  duydugun o çok iyi "sound" keyif veriyordur ... Olması gereken bu...

Eleştririken, yalnızca eleştirmek ve "eskiden"cilik yapmak biraz yapay geliyor artık. Belki bir "Banu Alkan" ın sarkıcılıgını savunmuyorum ama olması gerektigi gibi teknolojiden faydalanmak artık "ayıp" değil, "güzel" bir şey. 

Katılan vardır, katılmayan vardır bu tefekkürlere.. Ama en nihayetinde, bu nimetler, sağlam kullanıldıgında, işi bilen birileri tarafından kullaıldıgında, zevk verir, mutlu eder.


İstanbul'da kar vakti suan.. Herkese iyi haftasonları :) ...

6 Ocak 2011 Perşembe

2010'dan aklıma ilk gelenler. Özet geçiyorum!!!

2011'e ben daha yeni girdim.. Girememiş olmaktan şüpheleniyorum cunku bugun telefonda 200 kere 10 ocak 2010 dedim... Karsımdaki de beni hiç düzeltmedi. Ben de o da girememiş 2011'e..

İşte 2010 (kronolojik sıraya göre değildir)

  • Unutulmaz demekten kendimi alamayacağım Sonisphere 2010. Purple Concerts'in, evlerimize getirdiği, Big 4 ve Rammstein. Accept'i de unutmamalı. Akılları baştan alan 3 gündü. Sonisphere'in bittiği günün ertesi günü, "bugun de olsaydı keşke" dedirten bir "ŞEY" di, boşlukta kaldık , daha güzellerine içiyoruz :)
  • U2 nefis bir sahneydi. Süper showdu, berbat bir havanın hakim oldugu bir konserdi.
  • Albüm fotograflarının Mehmet Turgut tarafından olağanüstü bir şekilde çekilmesi... bu şahane olay, 2010'un bana göre en şahanelerinden biriydi.
  • Referandum. İkiye bölünmüş bir ülke, gündemden düşmeyen "evet" , "hayır" sloganları, esprileri, tartışmaları, detayları, düelloları...
  • Hayatımın yeni bir dönemi başladı...
  • Mavi Marmara Gemisine yapılan saldırı. Gazzeliler'e yardım amaçlı yola  çıkan bir çok yardımsever vatandaşın, denizin ortasında saldırıya uğraması.
  • Güzel insanlarla tanıştım, anlaşabildiğim, yola devam etmek istediğim insanlar. (isim vermek çok isterdim :))
  • Wikileaks çıktı, ortalık karıştı. Üstü örtülsün diye devreye Nasa sokuldu. Nasa "saat tam 21:00 de duyuru yapacagız, uzaylıkları bulduk" gibi bir açıklamada bulundu. Saat tam 21:00'de bu "kısa zamanda" hazırlanan "yeni gündemi" kekeleyerek, gülerek, birbirlerine bakarak anlatmaya calıstılar. Yaklasık bir saat boyunca, dünyanın oluşumundan baslayarak, ıkına sıkıla "Uzaylıılar var" başlığı altında "arsenikte bile yaşayabilen tuhaf bir bakteri bulduklarını" açıkladılar.
  • Vuvuzela.. Bu sene Güney Afrika'da oynanan dünya kupasında, 1 ay boyunca kabuslarımıza giren, kulaklarımızı çınlatan, mute ederek maç seyretmek zorunda bırakan pek sevgili enstruman. Fifa, daha önce yasak olan vuvuzelaları, Güney Afriklı futbol severlerin israrları sonucunda tekrar kullanılmasını uygun gördü.
  • Bir kardeşim daha oldu :) bu sefer ki erkek... benden çok küçük.. 
  • birileri gitti, birileri geldi.
  • Yazın, 3 ay boyunca istanbul'daydım, istanbul'dan adımımı atmadım
  • 2010'un son gecesi, geçirdiğim en eğlenceli yılbaşlarından biriydi, çok güzeldi..
  • Uzun zamandır sahnede beraber çalmak istediğim, klavyeciyi buldum ;) ee bu da bişey mi demeyin, kaç senedir arıyorum haberiniz yok :)
  • Istanbul, Avrupa Yakası'nın okadar da berbat olmadığını kabul ettiğim bir yıl oldu.

Bunlar da geldi geçti.. Neeeeeeeeeeextttt ;)))

4 Ocak 2011 Salı

Kadınlar Hakkında

bir kadın 18-25 yaşları arasında futbol topu gibidir peşinden 22 kişi koşar„ 25 -35 yaşlarında basket topu gibidir peşinden 14 kişi koşar, 35-45 yaşları arasında tenis topu gibidir peşinden 2 kişi koşar,45-50 yaşları arasında yakar top gibidir atarsın herkes kaçar=))
Facebook’ta herkesin ne yolladıgına uzun uzun bakmıyorum, sevmiyorum çok da facebook’u.. ama bugun “murat aydın” isimli kişinin paylastığı bu yazı… bence gol :)

Baş ağrısı

Ufakken, kulağımda kulaklıkla zangır zangır müzik dinleyerek uyumaktan çok çekmişliğim vardır bu baş ağrısı illetinden. sanırdım ki, sadece bundan ağrır bir baş..
Son 5 senedir, ciddi sinüzit ağrılarım var. bu 2010 yılında agrılardan baya bir arındım ve fakat bazen obsesif kişiliğim beni rahat bırakmıyor ve biraz fazla dusundugum gecelerin sonundaki sabahlarda (zincirleme tamlama), beynim yerinden çıkacakmış gibi uyanıyorum. bu öyle berbat bir agrı ki, kelimelerle anlatmak cok zor. yaşayan bilir.. sanki böyle o kafanın içinden birşeyler dışarı çıkmak istiyor ama çıkamıyor.
image
Böyle bir durumda, Apranax ama 500 mg olanı, dertlere deva. kalp krizi riskini arttırıyor buarada..
Advil, o harikulade rengiyle, dertlere deva.
Minoset, apranax tan hallice, dertlere DEVE.
Yalnız, 4 gündür, mide fesatından krizlere girdiğim için ve zaten bir sürü ilaç kullandıgım için, bir de apranax alırsam ölürüm diye düşündüm ve bu ağrıyı zamana bırakmaya karar verdim. Bir de havanın bu güzelliği beni benden alıyor cidden. Bi yüzün gülsün be hava

An itibariyle

image
Böyle bir site varmış, benim neden haberim yok bilinmez..
Hmm tamblır…
Blog denen olaya bir türlü ısınamadım. tumblr’ın farkı nedir? daha renkli falan.. yalan bence.. hepsi geyik, biz de (ben sen o) bayılıyoruz bu geyiklere…
Bak şimdi, nereden nereye.. Ergenlik çağından bu yana, Tolga Akyıldız’ın, Blue Jean’de hepimizin Tolga Abi’si oldugu dönemlerde, ben de yazar olucam yazıcam deyip duruyordum kendi kendime, cunku goruyorum yazıyor, dusuncelerini, savunduklarını istediği gibi yazıyor ve yazmak abi.. yazmak dünyanın en guzel seyi, butun dunya da yazıyor zaten artık. facebooka-twitter’a en basitinden…
Her neyse,
Bu fantaziyi, okulda, kendi dergimi çıkararak gerçeğe dönüştürdüm . her pazartesi üşenmeden fotokopi çekip, dagıtırdım ve dev satış yapardım, şaka değil baya kapış kapış giderdi, sonra hemen rakipler çıktı piyasaya, ben de gençlerin önünü açtım, zaten hevesimi almıştım..
Sonra,
internet geldi, yazarlık ele ayağa düştü.. hemen faydalandım :) bir güncel web sitesine, köşe yazarlıgı için basvuruda bulundum. zırt kabul ettiler hemen.. ozamanlar ekstra girişken ve hızlı bir genç olarak fıt fıt fıt yazıp durdum, sonra site kapandı çok üzüldüm.. 
gel zaman git zaman eksi sozluk’te yazar olma serefine nail oldum.. agresif-serseri gençliğimin kurbanı olup, ağzıma geleni söyleyip, herkes hakkında aptal saçma seyler yazıp oradan da bir güzel atıldım. hayatımda bir yerden atılmak nedir, eksi sözlükten ögrendim :p sonra aklım basıma geldi tabi… 
sonra blog actım, adam gibi ilgilenmedim çöp oldu gitti..
bunun da çöp olup gitmemesi umuduyla…
zira bazen twitter’dan 140 karaktere sığamıyorum! oyuzden 10 defa twit attıgım zamanlar oluyor.. ayrıca onun da bazı açılardan faydalı oldugunu dusunuyorum.. tam “ulan ben bu konuyla ilgili konusucam” diyorum, sözüm kesiliyor..
sözümün kesilmesini sevmem..
hele hele de bunu bir robot tarafında yapılmasına hiç dayanamam…
Bak bir anda açıldım nasıl da yazıverdim şıkır şıkır… 
Zevgiler
image