31 Ocak 2011 Pazartesi

7'den 77'de şarkı söyleyen bir küçücük kız çocuğu vardı benim bile hatırlayamadığım...

Barış Manço; uzun saçları, masalsı sarkı sözleri ve çocuklugum.. Okadar çok Barış Manço dinlerdim ki, artık o da aileden biri gibiydi. Zaten bi Barış Manço bi de MFÖ..


Günlerden bir gün, sürekli reklamlarda oynadıgım, cocuklugumun cogunun reklam setlerinde geçtiği bir gün, 7'den 77 programına katıldım. Annem-Babam ve anneannem stüdyoya gittik... 
En güzel kıyafetler giyildi, söylenecek şarkı prova edildi ve butun trafik kuralları ezberlendi.


Söylediğim sarkı ozamanın pek populer Sezen Aksu sarkısı: Ada vapuru yandan carklı, simitçi, kahveci gazozcucucuuu :) 


Barıs abi sordu: 
-"peki ayşeciğiiiiiim arabaya bindiğinde nerede oturuyorsun? 
-"arka koltuğa" 


Ispanakla ilgili soru sormasını bekledim.. Ama her cocuga aynı soruyu sormuyordu belli ki..
Sarkımı söyledim, 10 puanları aldım ve sonunda bir de hediye .Hediyeyi asla hatırlamıyorum ama her cocuga bir hediye pakedi veriliyordu..


Bu kayıtları bulmak için 3 sene evvel TRT'ye başvuruda bulundum, Ankara'ya gitmem gerektiğini ve oradaki TRT arşivinden, katıldığım programın kayıtlarını bulabileceğimi  söylediler. Ama ne yazık ki katıldıgım seneyi hatırlamadıgım için böyle bir seye hiç girişmedim. Hatırlasaydım ilk uçakla Ankara yolcusu olmayı kafaya koymuştum.. 


Çok isterdim o goruntuleri seyretmek cok ama cok :)


O günden bana kalan tek sey ise



bu rozet...


Barış Manço'yu saygıyla anıyoruz...


Lahburger - Kazma ve Cacık diyorum sevgili dostlar... Sözüm meclisten dışarı...

29 Ocak 2011 Cumartesi

Yüzeysel Gelenekçilik: Melodyne vs Photoshop

Son bir kaç senedir, televizyonda orada burada, duydugum iki cümle var;

Birincisi:
-Sarkıcılık artık bilgisayar programlarıyla cok daha kolay.

İkincisi:
-Fotografcılık artık photoshopla daha kolay.

Şimdi..

Fotoşop artık ele ayaga düşmüş. Herkesin dilinde bir "fotosop" ama sunu unutmamalı fotosop öyle windows live photo"daki, "cropping"den falan ibaret değil. Son derece komplike ve karsısına oturdugunda uzun sure boş boş bakılan bir program..

Müzikte spesifik olarak hangi "bilgisayar programları" ile neler yapıldıgına dair kimsenin bir fikri yok, olmasını da beklemiyorum tabi ki... Ama bir yandan da neşem gidiyor içten içe... Bir dialog, minicik:

-Mesela ne gibi programlar Asiye Hanım?
-İşte bilgisayar poroğramları var bir sürü, sarkıcıya sarkı söyletiyor

Bu "poroğramlar" sarkıcıya sarkı söyletmiyor oncelikle bunu bir açığa kavuşturmalıyız. Bu "poroğramlar" söylenmiş olan sarkıdaki vokal sıkıntıları, kabaca "entonasyonları" düzeltmemizi sağlıyor. Entonasyon nedir?  Ennnn basit haliyle şöyle diyebiliriz, notaların, şarkıcıdan veya entrumanistten dogru bir şekilde çıkışıdır, komasız, doğru düzgün ses! 

Celemony Melodyne, Antares Autotune bu "poroğramlardan" başlıcalarıdır. Sekilde de gördüğümüz gibi, yanlıs anlasılmaya cok acık bir program Yanlıs olan notaları secip, dogru notaya koyabilme özgürlüğünü bizelre vermektedir hem de hemen hemen sesi hiç bozmadan.. Kötü niyetli kullanıma acık...

Asıl konu ise, yıl 2011, teknoloji hat safhada, internet sayesinde, herkes herseyin en iyisini dinleyebiliyor, izleyebiliyor. Biraz özensiz bir fotograf ya da sound duyuldugunda "hmmm" diyor insanlar. Bunu ben de yapıyorum zaman zaman "nekadar old school" diyebiliyorum bazen mesela, ki o old schoollugu severdim ama ne oldu? Artık hepimiz en iyilerini duymaya ve görmeye alıştık.

Şimdi hersey kusursuz olmalı demek istediğim bu! Yani fotosop olmadan fotograflar okadar büyüleyici görünmeyecek ve kendinden bahsettirmeyecek. Buarada, fotosop'u kullanmak bir hüner, bir fotografı hemen hemen kusursuz hale getirmek ve ihtişamlı yapabilmek.. Bazen kusursuz değil ama ihtişamlı yapabilmek. Müzikte de melodyne, beat detector ve bilumum programlardan faydalanmak durumundayız. Cunku artık 2 kanallı masalarda, hucum kayıt yaparak hazırlamıyor kimse albumunu, teknoloji gelişti, kayıt standartları git gide yükseliyor. Herkes "sound" un iyi olması, "mükemmel" olması için cabalıyor. Bunun sebebi, var olan pazarda "demode" kalmamak için, trende ayak uydurmakdışında "iyi olmak", "iyi görünmek", "iyi duyulmak"...

Rammstein'ın Völkerball Dvd' sinde belgesel niteliğinde "reise reise" albumu anlatılıyor. Davul editleri sırasında, edit apan kişi: "everything must be right on the time" diyor bir anda kameraya sokulup... Yani "hersey dogru ve tam zamanında olmalı". Sadece vokal değil, tüm müzik must be right on the time :))

Tabi ki tercih meslesi, eger daha salaş bir çalım isteniyorsa, ozaman edit yapılmaz! Ve fakat özellikle bazı janrlar bu "edit" hikayesini beraberinde getiriyor, olmazsa olmazı kılıyor..

Fotograf: Eger analog makineyle cekilip, bu sekilde bir seyler yapılmak isteniyorsa, bu da bir tercih meselesidir. Ama neden daha parlak, kontrastı ayarlanmıs, bir iki falso giderilmiş bir foto tercih edilmesin? 

Bunlar ayıp değil diyecegim o ki... "cok iyi fotografcı ama fotosop fotografcısı", böyle birsey yok! Tamamen yüzeysel bir gelenekcilik bu. Gelenekcisindir ve ona göre fotografların da vardır evinde ya da plakların.. O plaklara bakıp bakıp mutlu oluyorsundur, çaldıgında gelen cıtırtı huzur veriyordur ama yeni bir cd aldıgında da,  duydugun o çok iyi "sound" keyif veriyordur ... Olması gereken bu...

Eleştririken, yalnızca eleştirmek ve "eskiden"cilik yapmak biraz yapay geliyor artık. Belki bir "Banu Alkan" ın sarkıcılıgını savunmuyorum ama olması gerektigi gibi teknolojiden faydalanmak artık "ayıp" değil, "güzel" bir şey. 

Katılan vardır, katılmayan vardır bu tefekkürlere.. Ama en nihayetinde, bu nimetler, sağlam kullanıldıgında, işi bilen birileri tarafından kullaıldıgında, zevk verir, mutlu eder.


İstanbul'da kar vakti suan.. Herkese iyi haftasonları :) ...

6 Ocak 2011 Perşembe

2010'dan aklıma ilk gelenler. Özet geçiyorum!!!

2011'e ben daha yeni girdim.. Girememiş olmaktan şüpheleniyorum cunku bugun telefonda 200 kere 10 ocak 2010 dedim... Karsımdaki de beni hiç düzeltmedi. Ben de o da girememiş 2011'e..

İşte 2010 (kronolojik sıraya göre değildir)

  • Unutulmaz demekten kendimi alamayacağım Sonisphere 2010. Purple Concerts'in, evlerimize getirdiği, Big 4 ve Rammstein. Accept'i de unutmamalı. Akılları baştan alan 3 gündü. Sonisphere'in bittiği günün ertesi günü, "bugun de olsaydı keşke" dedirten bir "ŞEY" di, boşlukta kaldık , daha güzellerine içiyoruz :)
  • U2 nefis bir sahneydi. Süper showdu, berbat bir havanın hakim oldugu bir konserdi.
  • Albüm fotograflarının Mehmet Turgut tarafından olağanüstü bir şekilde çekilmesi... bu şahane olay, 2010'un bana göre en şahanelerinden biriydi.
  • Referandum. İkiye bölünmüş bir ülke, gündemden düşmeyen "evet" , "hayır" sloganları, esprileri, tartışmaları, detayları, düelloları...
  • Hayatımın yeni bir dönemi başladı...
  • Mavi Marmara Gemisine yapılan saldırı. Gazzeliler'e yardım amaçlı yola  çıkan bir çok yardımsever vatandaşın, denizin ortasında saldırıya uğraması.
  • Güzel insanlarla tanıştım, anlaşabildiğim, yola devam etmek istediğim insanlar. (isim vermek çok isterdim :))
  • Wikileaks çıktı, ortalık karıştı. Üstü örtülsün diye devreye Nasa sokuldu. Nasa "saat tam 21:00 de duyuru yapacagız, uzaylıkları bulduk" gibi bir açıklamada bulundu. Saat tam 21:00'de bu "kısa zamanda" hazırlanan "yeni gündemi" kekeleyerek, gülerek, birbirlerine bakarak anlatmaya calıstılar. Yaklasık bir saat boyunca, dünyanın oluşumundan baslayarak, ıkına sıkıla "Uzaylıılar var" başlığı altında "arsenikte bile yaşayabilen tuhaf bir bakteri bulduklarını" açıkladılar.
  • Vuvuzela.. Bu sene Güney Afrika'da oynanan dünya kupasında, 1 ay boyunca kabuslarımıza giren, kulaklarımızı çınlatan, mute ederek maç seyretmek zorunda bırakan pek sevgili enstruman. Fifa, daha önce yasak olan vuvuzelaları, Güney Afriklı futbol severlerin israrları sonucunda tekrar kullanılmasını uygun gördü.
  • Bir kardeşim daha oldu :) bu sefer ki erkek... benden çok küçük.. 
  • birileri gitti, birileri geldi.
  • Yazın, 3 ay boyunca istanbul'daydım, istanbul'dan adımımı atmadım
  • 2010'un son gecesi, geçirdiğim en eğlenceli yılbaşlarından biriydi, çok güzeldi..
  • Uzun zamandır sahnede beraber çalmak istediğim, klavyeciyi buldum ;) ee bu da bişey mi demeyin, kaç senedir arıyorum haberiniz yok :)
  • Istanbul, Avrupa Yakası'nın okadar da berbat olmadığını kabul ettiğim bir yıl oldu.

Bunlar da geldi geçti.. Neeeeeeeeeeextttt ;)))

4 Ocak 2011 Salı

Kadınlar Hakkında

bir kadın 18-25 yaşları arasında futbol topu gibidir peşinden 22 kişi koşar„ 25 -35 yaşlarında basket topu gibidir peşinden 14 kişi koşar, 35-45 yaşları arasında tenis topu gibidir peşinden 2 kişi koşar,45-50 yaşları arasında yakar top gibidir atarsın herkes kaçar=))
Facebook’ta herkesin ne yolladıgına uzun uzun bakmıyorum, sevmiyorum çok da facebook’u.. ama bugun “murat aydın” isimli kişinin paylastığı bu yazı… bence gol :)

Baş ağrısı

Ufakken, kulağımda kulaklıkla zangır zangır müzik dinleyerek uyumaktan çok çekmişliğim vardır bu baş ağrısı illetinden. sanırdım ki, sadece bundan ağrır bir baş..
Son 5 senedir, ciddi sinüzit ağrılarım var. bu 2010 yılında agrılardan baya bir arındım ve fakat bazen obsesif kişiliğim beni rahat bırakmıyor ve biraz fazla dusundugum gecelerin sonundaki sabahlarda (zincirleme tamlama), beynim yerinden çıkacakmış gibi uyanıyorum. bu öyle berbat bir agrı ki, kelimelerle anlatmak cok zor. yaşayan bilir.. sanki böyle o kafanın içinden birşeyler dışarı çıkmak istiyor ama çıkamıyor.
image
Böyle bir durumda, Apranax ama 500 mg olanı, dertlere deva. kalp krizi riskini arttırıyor buarada..
Advil, o harikulade rengiyle, dertlere deva.
Minoset, apranax tan hallice, dertlere DEVE.
Yalnız, 4 gündür, mide fesatından krizlere girdiğim için ve zaten bir sürü ilaç kullandıgım için, bir de apranax alırsam ölürüm diye düşündüm ve bu ağrıyı zamana bırakmaya karar verdim. Bir de havanın bu güzelliği beni benden alıyor cidden. Bi yüzün gülsün be hava

An itibariyle

image
Böyle bir site varmış, benim neden haberim yok bilinmez..
Hmm tamblır…
Blog denen olaya bir türlü ısınamadım. tumblr’ın farkı nedir? daha renkli falan.. yalan bence.. hepsi geyik, biz de (ben sen o) bayılıyoruz bu geyiklere…
Bak şimdi, nereden nereye.. Ergenlik çağından bu yana, Tolga Akyıldız’ın, Blue Jean’de hepimizin Tolga Abi’si oldugu dönemlerde, ben de yazar olucam yazıcam deyip duruyordum kendi kendime, cunku goruyorum yazıyor, dusuncelerini, savunduklarını istediği gibi yazıyor ve yazmak abi.. yazmak dünyanın en guzel seyi, butun dunya da yazıyor zaten artık. facebooka-twitter’a en basitinden…
Her neyse,
Bu fantaziyi, okulda, kendi dergimi çıkararak gerçeğe dönüştürdüm . her pazartesi üşenmeden fotokopi çekip, dagıtırdım ve dev satış yapardım, şaka değil baya kapış kapış giderdi, sonra hemen rakipler çıktı piyasaya, ben de gençlerin önünü açtım, zaten hevesimi almıştım..
Sonra,
internet geldi, yazarlık ele ayağa düştü.. hemen faydalandım :) bir güncel web sitesine, köşe yazarlıgı için basvuruda bulundum. zırt kabul ettiler hemen.. ozamanlar ekstra girişken ve hızlı bir genç olarak fıt fıt fıt yazıp durdum, sonra site kapandı çok üzüldüm.. 
gel zaman git zaman eksi sozluk’te yazar olma serefine nail oldum.. agresif-serseri gençliğimin kurbanı olup, ağzıma geleni söyleyip, herkes hakkında aptal saçma seyler yazıp oradan da bir güzel atıldım. hayatımda bir yerden atılmak nedir, eksi sözlükten ögrendim :p sonra aklım basıma geldi tabi… 
sonra blog actım, adam gibi ilgilenmedim çöp oldu gitti..
bunun da çöp olup gitmemesi umuduyla…
zira bazen twitter’dan 140 karaktere sığamıyorum! oyuzden 10 defa twit attıgım zamanlar oluyor.. ayrıca onun da bazı açılardan faydalı oldugunu dusunuyorum.. tam “ulan ben bu konuyla ilgili konusucam” diyorum, sözüm kesiliyor..
sözümün kesilmesini sevmem..
hele hele de bunu bir robot tarafında yapılmasına hiç dayanamam…
Bak bir anda açıldım nasıl da yazıverdim şıkır şıkır… 
Zevgiler
image